Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 0/5 - 0 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Evliya Çelebi’den Karekin Efendi’ye Osmanlı’da BALIK-1
#1
Evliya Çelebi’den Karekin Efendi’ye Osmanlı’da Balık
Kılıç, ton, torik, palamut, uskumru, kolyoz, lüfer, istavrit, akya, dülgerbalığı, hamsi ve sardalye… Yazı Karadeniz’de, kışı Marmara Denizi’nde geçiren “göçmen” balıkların göç yolu üzerindeydi İstanbul Boğazı. Kasım ayında sürüler halinde Marmara’ya geçen tonbalıkları Arnavutköy sahilinden zıpkınla avlanırdı.
Bu satırların yazarı gibi 1940’lı yılların sonlarında ilkokul öğrencisi olup “İstanbul 800 bin nüfusuyla Türkiye’nin en büyük şehridir” bilgisini edinen; Şişli Tramvay Deposu olan bugünkü görkemli Cevahir Alışveriş Merkizi’nin bulunduğu yerde kentin sınırlarının bittiğini gören; daha ilerilerinin Mecidiye Köyü diye anılan kırlık alanlar olduğunu bilen, TEKEL’in Likör Fabrikası’ndan başka bir binanın pek olmadığı Arnavut kökenli sütçülerin mandıralarının ve ulu dut ağaçlarının bulunduğu bu köye pazar günleri pikniğe giden; Bayrampaşa denince enginarıyla meşhur bir köylük alanı hatırlayan yaşı yetmişi aşmış eski İstanbulluların dillerine pelesenk ettikleri ve ballandıra ballandıra anlattıkları bir şehir efsanesi de İstanbul’daki balık bolluğudur.
Aslında İstanbul’daki balık bolluğu bir efsane değil yaşanmış bir gerçektir. Bizans site devletinde basılan paralarda kentin simgesi olarak tonbalığı suretinin bulunması, ta o yıllarda bile balık bolluğunun önemini gösterir. Doğa bilimciliğinin öncüsü olan Romalı Plinius 37 ciltlik önemli yapıtında, paralarda tonbalığı resminin bulunmasının nedenini şöyle açıklar:
“İlkbaharda tonbalıkları büyük gruplar halinde Akdeniz’den gelip Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı yoluyla Karadeniz’e giderler. Boğazın Asya kıyılarındaki Khalkedon (Kadıköy) yakınlarında göz kamaştırıcı beyazlıkta yüksek kayalar bulunur. Bu kayaların parlaklığı tonbalığı sürülerini sersemletir ve korkuyla Khalkedon’un Burnu ve Bizans Haliç’i içinde tonbalıklarının avlanmasını çok kolaylaştırır ve bol bol avlanırlar. Tonbalıklarının bolluğundan dolayı bu buruna ve halice Hrisun Keras yani Altın Boynuz denilir.” Aslında İstanbul’da balık bolluğunun nedeni şehrin coğrafi konumuyla çok ilgiliydi. Şehir kılıç, ton, torik, palamut, uskumru, kolyoz, lüfer, istavrit, akya, dülgerbalığı, hamsi ve sardalye gibi balıkların; yani yazı Karadeniz’de, kışı Marmara Denizi’nde geçiren ve “göçmen” denilen balıkların göç yollarının üzerindeydi. İstanbul Boğazı, büyük kütleler halinde geçen balıkların avlanması için en müsait ortamdı.
Bunun yanında “yerli balıklar” denilen, göç etmeyen ve belirli mekânlarda bulunan kırlangıç, mazak, iskorpit, hani, barbunya, tekir, karagöz, sarıgöz, ispari, lapina, mezgit, berlam, gelincik, fener gibi balıkların da İstanbul açıklarında örneğin Adalar ve Suadiye, Bostancı civarında yoğun olarak bulunmaları bu balık zenginliğini bir kat daha artırıyordu.
Bu iki ana grup balık dışında havalar güzelleşince lagünleri, kıyı gölcüklerini ve haliçleri ziyaret edip havalar soğuyunca denizlere dönen “gezici ve uğrayıcı balıklar” denilen levrek, izmarit, istrongiloz, mercan, eşkina, kayabalığı, gümüşbalığı gibi balıklar da İstanbul civarındaki deniz ve göl ağızlarında çoklukla rastlanan ve avlanan balıklardı.
Balık avcılığının ve balık bolluğunun bu nedenlerle tarih boyunca İstanbul’da yaşanan bir olgu olduğu ortadadır. İstanbul kenti Konstantinopolis adıyla Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğunda da balık avcılığı ve ticaretinin kentin ekonomik yaşamında büyük önem arz ettiği görülüyor. İstanbul sularında avlanan balıkların, satılmadan önce getirildiği ve satış vergisi alınarak, sonra açık artırma ile balık satan esnafa satıldığı mahaller olan balıkhanelerin ilk uygulamasına Bizans İmparatorluğu’nda rastlanmaktadır. Bizans’ta balık tutma hakkı “haleia” denilen bir vergi verilerek elde edilebilirdi ve balıkhanede satılan balıkların üç veya dörtte birinin ödenmesiyle oluşan “halieutike tritomoiria” veya “tetra moiria” denilen vergiler vardı. Bizans dönemi balıkhanesinin, Eminönü’de bugün Yenicami Meydanı’nın bulunduğu yerde olduğu tahmin ediliyor. Osmanlı döneminde de aynı tarz uygulama devam etti; balıkhane büyük bir olasılıkla aynı mahaldedir.
Evliya Çelebi ünlü Seyahatname’sinde İstanbul’daki balıkçı esnafını ayrıntılı olarak anlatır. Ona göre balıkçılar “esnaf-ı dalyancıyan” ve “esnaf-ı ığrıbcıyan” olarak ikiye ayrılır. İlk grup 700, ikinci grup ise 3 bin balıkçıdan oluşur. Iğrıpçı esnafı dalyanlarda değil açık denizde balık tutanlardır. Ayrıca yalnız Haliç’te balık tutabilen “esnaf-ı karityacıyan” vardır. Bunların yanında ağ ile balık tutan 1000 balıkçı ve oltayla balık tutan 1000 “esnaf-ı düzenciyan” ve saçma denilen ağlarla balık tutan 300 balıkçı, zıpkınla balık avlayanlar ve çömlek denen özel sepetlerle kayabalığı yakalayanlardan ve “esnaf-ı sepetçiyan” dediği ıstakoz avcılarından da söz eder Çelebi. İstanbul’da, balıkları kent sakinlerine satan balıkçılar ise 2 bin dükkân ve 3 bin kişidir. Balıkçı dükkânları Balat, Fenerkapusu, Cibali, Unkapanı, Yenikapı, Kumkapı, Samatya, Kasımpaşa, Hasköy ve Beşiktaş’ta bulunur. Ünlü seyyahımız bu mahalleleri sayarken onları şöyle tarif eder: “Velhasıl meyhane bulunan yerlerde balıkçı dükkânlarının bulunması normaldir çünkü balık içki yemeğidir. Bir Bekri biraderimiz bu fakire bir balık başını meze yapıp bir şişe içkiyi bitirdiğini söylemiştir.”
Evliya Çelebi, 1655’te Avusturya imparatoruna elçi olarak giden Kara Mehmet Paşa’nın Viyana’da beklediği ilgiyi, saygıyı ve yiyecekleri bulamayınca duyduğu tepkiyi aktarır. Bu tepki Osmanlı üst düzey bürokratının kabuklu deniz ürünlerine bakışını gösteriyor: “Sizin de elçinizi İslambol’da köpek yerine koymayıp, iltifat ve itibar görmeyip, Galata’da meyhanelerde pavurya, yengeç, kerevite, midye ve istiredye namlı müzahrafatları (pislikleri) ile sümüklüböcekleri, kaplumbağa ve ıhtapotları yesin.”
Evliya Çelebi Seyahatname’sinde 1638 yılında esnaf alayındaki helvacı, balıkçı kavgasından bahsederek helvacıların “Çok balık yiyen âdemin aklı hafif olur, avladığınız balıklar ekseriya Bekri canlara (içki içenlere) taamdır” dediğini aktarıyor. Çelebi hamsinin faydaları hakkında da şunları söylüyor: “Yedi gün bir âdem tenavül etse her gice ehline varup yedişer kere ehline yedire.”
Osmanlı’da balıkhane nazırı Osmanlı döneminde balıkhanenin amiri “balık emini” denilen kişiydi. Bunun bir görevi de sarayın balık ihtiyacını karşılamaktı. Balık satışı iltizam usulüyle vergilendirilirdi. Açık artırmayla satışa çıkarılan iltizamı alan kişi yıllık balık resmini devlete peşin öder ve yıl içinde balıkhaneye gelen balıklardan alınan vergileri kendi toplardı. Balığın bol veya kıt olmasına göre az veya çok kâr ederdi. Yerini kesinlikle saptadığımız ilk resmi balıkhane ise 1902 yılında açılışı yapılan ve ünlü mimar Valori tarafından planları çizilen binadır. Galata Köprüsü’nün Yemiş İskelesi cihetinde bulunan Rali Hanı Düyun- u Umumiye’ce alınıp tadil edilerek balıkhane yapılmıştı. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti bazı gelirlerini, borçlarına karşılık olarak Düyunu Umumiye İdaresi’ne devretmişti. Bunların içinde balık satışlarından alınan vergi de vardı. Düyunu Umumiye’nin gözetiminde olan İstanbul Balıkhanesi’nin yöneticisine “balıkhane nazırı” denirdi. Bu nazırlardan en ünlüleri çeyrek asır bu görevi yapmış ve İstanbul ile ilgili yazılarıyla tanınmış “Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey” ile hâlâ benzeri yazılmamış Balık ve Balıkçılık isimli kitabın yazarı Karekin Deveciyan’dır.
Balıkhanede gelenek haline gelmiş bazı uygulamalar vardı. Mesela palamut ve torik gibi balıklar çift balık hesabıyla; daha büyük balıklar ve kalkan tek balık hesabıyla, diğer balıklar okka veya kilo olarak; ıstakoz, böcek, pavurya tane ile; istiridye, midye, tarak, karides ise “çevalya” denilen kapların aldığı miktar esas alınarak satılırdı. Balık mevsiminin açılmasıyla birlikte balıkhanede her yıl bir tören yapılır; ilk kez yakalanan nadide balıklar törenle açık artırmaya tâbi tutulur ve töre gereği balıkhane nazırı açık artırmayı kazanır ve bu nadide balıkları saraya gönderirdi. Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, bu törende verilen ziyafette balıkhanenin birinci pazarbaşısı Mustafa Efendi’nin kefalden yaptığı dalyan çorbasıyla ikinci pazarbaşı Vasilaki’nin kadayıf tepsisinde inanılmaz hafiflikte kızarıp servis ettiği, kırmızı rengi hiç kaybolmayan barbunyası ve Kaşerci Andon’un midye dolmalarının yendiğini tatlı tatlı anlatır. Yine onun anlattığına göre balığa meraklı II. Abdülhamid için balık seçmeyi Serkilerci Osman Bey yapar ve “Padişahın nefs-i hümayununa mahsus balıkların kılçık ları cımbız ile ayıklanıp badehu pişirilirdi” der. Padişahın özellikle lüferin yanağındaki eti sevdiği ve bir tabak dolusu lüfer yanağından çıkarılmış etin onun için özel hazırlandığı da rivayet edilir.
Sultan II. Abdülhamid döneminde saraya kalkan, lüfer, kefal ve kaya balığı alındığı kayıtlardan anlaşılıyor. 1890 yılı Şubat ayında mutfak için yedi gün boyunca levrek, pisi balığı, barbunya, mezgit, uskumru, kaya balığı, kırlangıç, kefal, mercan ve istiridye alınmıştı. Hatta bir hafta buyunca Sultan’ın özel mutfağından Melkon Ağa tarafından teslim alınan uskumru sayısı 485 idi. 1884-1885 yılları arasında mutfakta çalışan diğer görevlilerin yanısıra Balıkçı Manuk Ağa’da bulunuyordu.
Evliya Çelebi’ye göre İstanbul’da, balıkçılar 2 bin dükkân ve 3 bin kişiydi.
Deniz derindir durulmaz,dostluk ebedidir unutulmaz….
Bul
Cevapla
#2
“Zavallı balıklar limana doğru selamettir diye kaçarken”
Osmanlı döneminde özellikle Boğaziçi’nde balık avlamanın dalyanlarla olduğu bilinmektedir. Dalyanlar, denizde kıyıdan üç dört yüz metre açıkta veya ırmakların ağızlarıyla göllerin savaklarında kurulan; birçok kazık, halat ve demir çapa kullanılarak düzenlenmiş çok çeşitli ağlardan oluşan balık avlama düzenekleridir.
İstanbul Boğazı gibi göçmen balıkların yılda iki kez Karadeniz’den Marmara Denizi’ne veya aksi yöndeki geçişlerinde kullanmak zorunda olduğu bir suyolu, dalyanların kurulması için ideal koşulların bulunduğu bir geçittir. Bu nedenle çok eski dönemlerden beri Boğaz’da dalyanlar kurulageldi. Karekin Deveciyan ünlü yapıtı Türkiye’de Balık ve Balıkçılık’ ta XX. yüzyılın başlarında İstanbul Boğazı’nın Avrupa yakasında 33, Asya yakasında 20 dalyanın ismini verir.
İstanbul’da Boğaz dalyanlarının dışında Büyükçekmece Gölü’nde de dalyanlar kurulduğu biliniyor. Bu göl dalyanları ağlı olmayıp ağ gibi düzenlenmiş çitlerden oluşurdu ve adları da “çit dalyanı” idi.
Dalyanlarda “gözcü” veya “vardacı” denilen ve balıkların gelişini haber veren nöbetçilerin önemi büyüktür. Onların uyarısıyla nöbetteki dalyan balıkçıları dalyanın ağzını kapatırlar. Dalyan kurulan yerler belirli ve sahiplidir. Tıpkı bir gayrimenkul gibi tapu senetleri vardır. Bugün Boğaz’da hiç dalyan kalmadı. Çeşitli nedenlerle balık neslinin azalması, yine çok yoğunlaşan Boğaz ‘daki gemi trafiğinin balık sürülerinin kıyılara sokulmadan geçip gitmelerine neden olması yanında avlanma teknolojisindeki gelişmeler, radarla balık sürülerinin saptanabilmesi gibi yenilikler. Bütün bu faktörler dalyanla balık avlamayı gereksiz kılıyor. Boğaz’da son kalan Beykoz Dalyanı bundan 50 yıl kadar önce söküldü ve Boğaz dalyanları tarihe karıştı. Dalyan konusunu, Evliya Çelebi’nin özellikle kılıç ve orkinos avlanmasıyla ünlü Beykoz Dalyanı ile ilgili satırlarıyla noktalayalım:
“Evsaf-ı Dalyan-ı Kılıç Balığı: Beykoz’da beş altı gemi direklerini birbirlerine bağlayıp deryaya dikmişlerdir. Ta üstünde bir adam nöbetçilik edip bir direğin tepesinde oturur. Karadeniz dalgalarından kurtulan kılıçbalığı bu limana doğru yüzerken tepedeki adam elindeki taşları kılıçbalığının gerisindeki deryaya atıp taşlar deryaya tum deyip düşünce zavallı balıklar limana doğru selamettir diye kaçarken denizi çevrelemiş ağların içine girince nöbetçi herif direk başından ‘Al a!’ deyü feryat edip cümle balıkçılar dalyanın ağzını kapatıp içeride kalan kılıç balıklarına kayıklar ile varıp , tokmakla vurup avlarlar. Kılıç taşıdığı silahına layık olmayan tembel bir balıktır. Hemen teslim olur ama eti sarmısaklı ve sirkeli tarator ile pişirilirse gayet nefis bir nimettir.”

Balıkların destanını yazan Karekin Efendi
İstanbul’un balık bolluğundan söz ederken Karekin Deveciyan’ı anmamak olmaz. Karekin Deveciyan İstanbul balıklarının destanını yazan bir kişidir. İstanbul âşığı Pertevniyal Lisesi’nden hocamız Reşat Ekrem Koçu’nun tanımıyla “muhalled” yani sonsuza kadar değeri eksilmeyecek Balık ve Balıkçılık isimli eserin yazarı olan Karekin Deveciyan 1867 Harput doğumludur. Katolik Ermeni olan Deveciyan eğitimini İstanbul’da Lusavoriçyan Katolik Lisesi’nde tamamlayıp Düyunu Umumiye İdaresi’ne girdi. Bu idarede 36 yıl çalıştı. İş yaşamının son 17 yılı ise İstanbul Balıkhanesi’nde üst görevli olarak geçti.
Karekin Deveciyan, 1915 yılında İstanbul Balıkhanesi’nde çalışırken dönemin Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki balık türlerini, balık avlama araç ve yöntemlerini, balıkçılık âdetlerini anlatan, ilginç istatistik bilgileri, ekonomik tablolarla zenginleştirilen ünlü kitabını yayımladı.
Balık ve Balıkçılık özellikle Boğaziçi’nden geçen göçmen balıklar, bunların avlanma yerleri olan dalyanlar ve voli yerleri hakkında verdiği bilgilerle her zaman kaynak bir kitap olarak değerini koruyacaktır. Deveciyan bu yapıtında ülke karasularıyla göl ve nehirlerinde yaşayan bütün balık türlerini ustaca çizilmiş resimleri ve ayrıntılı tarifleriyle bilimsel olarak tanıtıyor. Kitabın bilimsel niteliğinin yüksekliği Batı âleminde de takdire vesile oldu ve eser İtalyan zoolog Ninni tarafından İtalyancaya çevrildi. Deveciyan 1925’te yapıtının daha geliştirilmiş bir baskısını Fransızca, Pêche et Pêcherie en Turquie adıyla yeniden kaleme aldı. Bu yapıtı 2006’da dilimize çevrildi.

Karekin Deveciyan’ın hazırladığı Türkiye’de Balık ve Balıkçılık
adlı kitabın ilk baskısı eski Türkçe olarak 1915’te yapılmıştı.
Karekin Deveciyan’ın kitabı bugün için İstanbullulara inanılmaz gelecek, geçmiş zamanlarda kentlerindeki balık bolluğunun anlatıldığı bir kaynak olarak da nostaljik zevkler tattıracak bir eser. Örneğin bugün balıkçı tablalarında ender rastladığımız torikten kitaptaki bilgilere göre 1911’de balıkhaneye 3 milyon 115 bin çift geldiğini okursanız ve bunun 15.5 milyon kilo balık ettiğini düşünürseniz ve o dönemdeki İstanbul’un nüfusunun 1 milyon civarında olduğunu hatırlayıp insan başına 15.5 kilo torik düştüğünü anlarsanız, o bereketin bugün ne olduğunu sorgulamaz mısınız?
1927’de emekli olan Deveciyan 1964’te 97 yaşında Ortaköy’deki evinde öldü.

Defneli Fener Balığı Kebabı
Fenerbalığı güzelce temizlendikten sonra çentilmiş kuru soğan ve tuz içinde bir saat kalmalı. Sonradan bir defne yaprağı arzani olarak ve bir de kuşbaşı doğranmış fenerbalığı şişe dizilip köz ateşte kızardıkça, kızaran kısımlarına bir tüyle zeytinyağı tıla olmalı ve tekrar tekrar kızartılmalı ki yumuşaklığını kaybetmesin. Şu hali ile maydanoz doğranmış tabağa şişleri defneleriyle beraberce çıkarıp ve tekrar iki kaşık zeytinyağı ve limon sıkılıp tenavül olunur ise “lezzet-i lahm ehl- zevke” hayli müddet damaktan tesirini zayi ettirmez.

Deveciyan’ın Torunu Sarkozy’nin Danışmanı
Fransa’da Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin partisinde genel sekreterlik görevini üstlenen ve Ermeni tehciri etrafındaki polemiğe en sık karışan bir kişi olarak ünlenen Patrick Deveciyan, bizim Karekin Efendi’nin torunudur. Bu hırslı politikacı ülkemizdeki bir dergiye verdiği mülakatında dedesinden de söz etmiş ve tehcir sırasında Suriye’ye sürüldüğünü ayrıntılarıyla anlatmıştı. Ancak bu sözleri pek doğru olmamalıdır; çünkü Karekin Deveciyan Katolik Ermeni’dir ve Katolik Ermenilerin tehcir olayında sürgüne gönderilmedikleri de bilinmektedir. Bunun bir başka kanıtı da Karekin Deveciyan’ın ünlü eseri Balık ve Balıkçılık’ı tehcirin yapıldığı yıl olan 1915’te bastırması. Bu eserin sonundaki Fransızca-Türkçe sözlük nedeniyle Karekin Deveciyan Maarif Vekaleti tarafından kurulan Istılahat-ı İlmiye (Bilimsel Terimler) Komisyonu’na seçildi ve orada çalıştı. Zaten Rahip Yervant Gomidas Çark’ın Türk Ermenileri ile ilgili Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler adlı kitaba kendi yazdığı özgeçmişinde de Karekin Deveciyan tehcir olayında hiç söz etmeyor; hatta Ermenilerin tehcir kaldıkları döneme rastlayan 19 Kasım 1917’de balık işleri başmüfettişliğine atandığını belirtiyor.

Torununa inanırsak bugünlerde Suriye’de olması gerekir ki bu mümkün değildir. Yine özgeçmişinde övgü ile söz ettiği Ayân Meclisi Reisi Ahmet Rıza Bey’in eseriyle ilgili kendisine yazdığı övgü mektubunun tarihi de 8 Nisan 1916’dır. Bu da Torun Patrick Deveciyan’ın iddialarının mesnetsizliğini gösteriyor. Ancak adı geçen zat bu satırların yazarının Fransızcadan çevirip Osmanlıca nüsha ile karşılaştırarak hazırladığı Türkiye’de Balık ve Balıkçılık’ın basılmasına izin vererek dedesinin bu eserinin unutulmasının önüne geçilmesine de yardımcı olmuştur. Bunu da belirtmemiz gerekir.
Deniz derindir durulmaz,dostluk ebedidir unutulmaz….
Bul
Cevapla
#3
alıntı:forumgercek.com


Ek Dosyalar Ekran Görüntüleri
                       
               
Deniz derindir durulmaz,dostluk ebedidir unutulmaz….
Bul
Cevapla
#4
ALINTI:forumgercek.com


Ek Dosyalar Ekran Görüntüleri
           
Deniz derindir durulmaz,dostluk ebedidir unutulmaz….
Bul
Cevapla
#5
desene genlerimize kazınmış balık ve balıkçılık.gurur duymamız gerekiyor.Alkisteşekkürler nurancım.Alkis
fotoğraflarda enteresan.dikkatle bakınca konuşuyorlar sanki.
Bul
Cevapla
#6
yycolak yazdı:desene genlerimize kazınmış balık ve balıkçılık.gurur duymamız gerekiyor.Alkisteşekkürler nurancım.Alkis
fotoğraflarda enteresan.dikkatle bakınca konuşuyorlar sanki.

yalçın ağbi eskiden boğazda acayip balık bolluğu varmış,kılıç balığı bile varmış orkinos ama şimdi nerde o balıklar ve balıkçılık ta çok öneGulumsemli bir meslekmiş keşke o günlere dönebilsek
Deniz derindir durulmaz,dostluk ebedidir unutulmaz….
Bul
Cevapla
#7
teşekkürler yine güzel bi paylaşım ellerine sağlık...Seerf
Bul
Cevapla
#8
Bizi çok eskilere alıp götürdün, paylaşım için teşekkürler..
[SIZE="4"]Keyif değildir yaşamı değerli kılan, Yaşamdır keyif almayı güzel kılan..[/SIZE]
Cevapla
#9
paylasim icin tesekkurler Nuran hanimSeerf
[SIGPIC][/SIGPIC][SIZE=1]Bir kisiye balik verecegine,balik tutmayi ogret71[/SIZE]
Bul
Cevapla
#10
Fotolar harikaAlkisİstanbulu çok bilmesemde fotodaki cami yeni camiyse deniz nerelerdeymişGulumsekıyıdan ağ çekenlerin balık bereketini gösteriyor.Paylaşım için teşekkürler.
Bornova - izmir
Bul
Cevapla


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
  Kemer sahillerinde balık bollugu muratkahraman 16 4,095 04-02-2015, 01:08
Son Yorum: DeLi_KuRT
  Stokların bitiş günü :) BALIK NASIL SAKLANMALI MaVrUşGiL 23 6,200 23-09-2013, 14:37
Son Yorum: orhanekmekci
  Balık Preparatları LeVrEkCi 7 1,785 25-01-2013, 23:20
Son Yorum: fish or die
  Balık LeVrEkCi 2 992 19-01-2013, 12:46
Son Yorum: bucalıfikret
  Balık zehirlenmeleri. LeVrEkCi 7 1,289 19-01-2013, 10:17
Son Yorum: yycolak
  Balık Hafızası , Mufi 20 4,104 06-07-2012, 20:31
Son Yorum: araphüso26
  Karadeniz'de Balık Avı ve Balıkçılık(TARİHİ) sirenia 6 3,098 15-10-2011, 21:05
Son Yorum: ufuktan26
  Balık tüketiminde nelere dikkat edilmeli? LeVrEkCi 2 2,690 19-11-2010, 10:58
Son Yorum: cranium
  Balık pişirme teknikleri LeVrEkCi 14 6,430 08-05-2010, 00:42
Son Yorum: tedirgin SaZaN
  Osmanlı ocağı cahitusta 36 8,041 29-12-2008, 22:00
Son Yorum: orhanekmekci

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi